Tanrılar Savaşırken : Osiris (Venüs) – Seth (Marduk)

Yayınlandı: 10/04/2013 / Sıradışı

Mısırda delta boyunca 3100 dolaylarında kurulan kralık hem aşağı hem de yukarı krallıkları birleştirerek hanedanlar devrini başlatmıştır. Mitolojik bir kişilik olan Menes  (Men) ve onu izleyen firavunların Büyük Tufan öncesi Ana Tanrıça kültüne yakın olduklarına dair oldukça fazla kanıt bulunmaktadır.

Ninhursag

Mısırda bilinen ilk büyük ilahi varlık ne kadar eski olduğu bilinmeyen Tanrıça Hathor karşımıza çıkar. Hathor aynı zamanda Sümer Ana Tanrıçası Ninmah (Ninhursag) ile büyük paralellikler gösterir. Her iki tanrıçada İnek simgesiyle betimlenir ve yaratıcı güçlere sahiptir. Ninmah olgun ve sakin bir karaktere sahipken Hathor, ateşli ve savaşcıl bir role bürünmüştür.

İ.Ö 3000 dolaylarında tarihlenen Narmer Plakasında ; üst bölümlerde köşelerde inek Tanrıça Hathor ‘un boynuzlu iki başı yer almaktadır. Gök katları dört tanedir ve tanrıça dört defa gösterilerek ufku cevrelediği anlatılmak istenmiştir.hathorun sembolü Sümerde evcilleştirilmiş bir inek değil bataklıklarda yaşayan yabani bir inektir. Bölgesel farklılık özünde aynıdır.

Namer

Namer plakasının her iki yüzünde yer alan kabartmada efsanevi kralın tanrıça Hathor’un desteğiyle iki ülkeye egemen olması betimlenir. Hothor incelemelerinde ikinci kişiliği Sekhmet’e dönüştüğü , Aslan tanrıçası halini alır. Bu kişiliği ile savaşcı ve kan dökücü bir kimlik kazanır. Yeniden Hathor kimliğine döndüğünde  Ninmah’la paylaştığı çok özellik olmasına karşın şaşırtıcı biçinde İnanna ‘ya da benzediği görülür ; Onun kadar güzel, baştan çıkarıcıdır, tıpkı inanna gibi şaraba ve biraya bayılmakta , eğlenceyi çok sevmektedir.

Bu durumda hathorun hem Ninmah hem de İnanna gibi ilginç benzerliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. İnanna’ nın bilim ve sanatın gizli formülleri olan Me‘leri elde etmesi gibi o da Kozmik düzenin bilgeliğini simgeleyen Maat‘ın sahibidir.  Maat , mitolojik olarak inek tanrıça Hathor kişiliğinde canlandırılan ilkedir. Ebedi dünyayı ayakta tutan bu ilke ; dünyada işlev sahibi olan analık gücüdür, gerçekleşen tanrıyı doğurur, hem de onun eylemiyle üretkenliğin meyvesini verir.


Maat

Sümer’ de Me , Mısır da Maat , İndüs’te Dharma olarak karşımıza çıkan kozmik düzen ve bilgeliğe ilişkin esas ve ilkeler her üç kültürde de Dişi sözcüklerdir. Mısır devleti Tufan sonrası ortaya çıkmış ve tanrıça kültü hala çok güçlüdür.

Birinci Krallık dönemindeki yaratıcı Tanrıça İlkin Sekhmet kişiliğindeyken tanrı Ptah’ ın eşidir. Bu evlilikten Nefertum doğmuştur ki , Üçüncü hanedan dönemindeki efsanevi mimar İmhotep ile özdeşleştirilir. Zacharia Sitchin’e göre Ptah ve Enki aynı figürlerdir. Mitler karşılaştırılınca makul olarak görülebilir. Ancak Hathor bölgede Ptah ‘dan çok önce var olan bir kişiliktir ve tıpkı inanna gibi kimliğinde özgürdür. İsmi , Hat ve Hor kelimelerinin birleşimi ile oluşur.  Hat , ev yada ülke , Hor ise Horus’ tur, yani Osirisle İsis ‘in oğlu. Horus’un evi anlamına gelen ismi ortada daha Osiris-İsis kültü yokken Hathor’un Horusun annesi olarak düşünülür. Bu annelik biyolojik değil Kozmiktir .

Mısırda yaşanan ideolojik değişime paralel olarak  Eski Krallık döneminde , muhtemelen dördüncü hanedan ile panteona İsis-osiris modelinin dahil edilmesiyle olay dahada ilginç bir hale gelir. Babası olmaksızın her gün güneşi kendi bünyesinde doğuran Hathor birden geri plana çekilerek , Horus’un soy ağacıyla ilgili en çok bildiğimiz farklı bir mit ortaya çıkar. Anne olarak isis çıkmıştır ve kocası Osiris ‘in Seth tarafından parçalanan bedenini bir araya getirerek ondan hhamile kalmış ve Horus’u doğurmuştur. Horus ve Hathor ilişkisinin koprarılarak İsis-Osiris modelinin ikamesini açıklamaya çalışmak oldukça zor olsada , İsis-Osiris _ Seth-Horus modeli ” göksel savaşın” fazlasıyla önemsendiğini ve yeniden yazıldığını gösterir. Savaşın bu Mısır versiyoununda Venüsün yerini belirlemek zordur. Seth ile Nibiru/Marduk birbirlerine yakın olabilirler , Seth doğu akdeniz kökenli olup Mısıra sonradan gelmiştir. Bu durumda doğulu Mezapotamyada yüceltilen onuncu gezegenin Seth ile paralel olması oldukça mantıklıdır. Osiris üzerindeki gizemse daha yoğundur , savaş sırasında hileyle öldürülmesinin ardından İsis ‘in çabalarıyla hayata döndürüldüğünde yeniden doğuşunu Orion takım yıldızlarında gerçekleştiren Osirisin hangi göksel durumda öldüğü ile ilgili Mısır kayıtları mevcut değildir. Savaşın diğer tarafı onuncu gezegense Venüs farklı bir  yörüngede bulunması muhtemeldir. Seth ( tezacatpolica gibi) onuncu gezegen yerini alır , Osiriste Venüs. Bu göksel senaryo ile ilgili Soochow Astronomi haritası son derece uyumludur. Bu haritada Venüs Siriusla birleşecek ölçüde farklı bir yörüngededir.

Soochow

Tanrıça İsis ‘in göksel karşılığı Sirius (Sothis) yıldızıdır. Büyük aşklarının mutlu birlikteliği Sirius ve Osirisi temsil eden gök cisminin buluşmasıyla mümkün olacaktır. Çin kaynaklarında görüldüğü üzere ,  Venüs eski dönemlerde ekliptik çemberini kesen bir yörünge izleyip Sirius ‘a doğru yaklaşır. Osirisin göksel karşılığının Venüs olması her şeyi daha anlamlı hale getirir. Büyük buluşma yaşanmadan Sethh ‘in Venüsü yörüngesinden fırlatarak uzaklara atması İsis ve Osirisi fiilen ayırır. Reenkarnasyon (Gezegen doğum) Osirisin , Orion takım yıldızında gerçekleşir. Artık Osiris ölüler dünyasındadır ve epliktiğin altında yer alan Orion ‘da yer alan ” Duat ” (Dwt) adlı tanrısal yerde yaşayacaktır.  Bu fiziksel olarak İsisle bir daha asla buluşamayacak anlamınada gelir. Sirius ve Orion arasındaki mesafe fiziksel bir engel olup onlar artık Metafizik olarak buluşacak, bedenleri yerine Ruhları birşecektir.

Mısırda kullanılan çok dereceli ökültizm işleri oldukça zorlaştırır. Bu derinlikteki bir ezoterik yaklaşım sadece Mısır’a özgüdür ve oldukça erken gelişmiştir. Göksel bağlantılar sonucunda ortaya çıkan iki nokta ; Horus ‘un kimliği ve Venüsün sabah yıldızı olarak yeniden ortaya çıkış formunun mitlerdeki karşılığı. Çoğu kez Güneş , “Ra-hor-akhti” adıyla İsis-Osiris mitinde  nitelendirilir.  ” Ufuktaki Ra ” anlamına gelen bu ad , Horus ‘uda Ra ile özdeşleştirir. İlk döneme ait mitlerde Hathor her sabah yeniden doğurduğu ve akşamlarıda yuttuğunu düşünürsek , bu durumda Horus güneş olur, Hathor ise bir babaya ihtiyaç duymaksızın bünyesinde her gün evren yaratan evren tanrıçası. Ancak mitler İsis-Osiris ile tekrar düzenlendiği vakit Horusun annesi İsis olacaktır. Hathor , Evren ana olarak Horus’u kendi bünyesinde yaratmıştır ama isis bunun için kocasının parçalanmış bedenini kullanmıştır. Yeni doğan varise Ra-hor-akhti adı verilir.

Horus – İsis – Osiris

Tüm bu karmaşalar tek bir anahtaarla açılır ; Ufuktaki Ra , yani şafakla yükselmeye başlayan parlak gök cismi güneş değil , sabah yıldızı olarak yeni yörüngesindeki Venüs ‘tür. Çünkü Horus , babasının parçalarından onun yetki ve etkileriyle doğar. Bunun göksel karşılığı oldukça nettir ; Eski yörüngesinde Osiris olarak dolaşan Venüs’ün çarpışma sonrasında yok oluşunu takiben ölüler dünyasına gidişiyle paraleldir. Bu sürecin sonunda İsis onun parçalarını birleştirerek Horusu meydana getirmiştir. Horus , babası Osirisin bir parçasıdır.

Tüm bu göksel olaylar sonucunda hanedanlar döneminde mitler elden geçirilerek İsis-Osiris miti , ana-tanrıça kültünün yerini almıştır, tıpkı göklerde olduğu gibi. Bundan böyle yeryüzünde ölen her firavun Osiris olarak göklere yükselecek, onun yerine geçecek oğlu ise Horus kimliği taşıyacaktır. Ölen baba Orion’da sonsuzluğa çekilecektir.

Venüse , geçiş yapan ya da Geçen yıldız denir ve balıkçıl kusuna çok benzeyen Bennu adlı kuşun başıyla simgelenirdi.Sonraları Horusun şahin başı verilmiş daha sonrada çift şahin başı verilerek hem akşam hem sabah yıldızı olduğunun bilindiği  simgelenmiştir.

Tüm bu yoğun ezoterk bilgi konusunda okuyucu tatmin olmazsa konuyu bir başka yönden doğrulamak için Mısır Tipi Reenkarnasyonun sorgulanması konuya farklı bir açıklama getirir.

Eski krallık döneminin ezoterizm ve kült merkezi Heliopolis’tir. Büyüleyici bilgi ve felsefe merkezi olan bu şehir,  iskenderin şehri işgali ile yunanlıları nasıl etkilediği bilinmektedir. Mısıra egemen olan teozofik çözümlemeler buradaki astro-rahipler tarafından üretilerek geliştirilmiştir. Eski krallık döneminin resmi ideolojisini biçimlendiren Heliopolisin tufan öncesi çağda ” Horusun İzleyicileri ” Şem-su-hor olarak adlandırılan yarı-tanrılar tarafından kurulduğuna inanılır. Mırası devralan kent rahipleri İsis-Osiris mitini şekillendirerek Mısıra yaymışlardır. Heliopolis rahipleri tarafından kaleme alınan metinlerin en önemlileri beşinci hanedan zamanında piramit odalarına yazılan ” Piramit metinleri” adıyla bilinen kutsal metinlerdir. temel olarak bu metinler evrenin varoluşuna ilişkin ezoterik yaklaşımların anlatıldığı ilahi ve dualardır. Hermetik düşüncenin merkezine yine Heliopoliste raslarız. Bu metinlerde bolca Atum ‘ a övgüler ve bol miktarda Osiris’ e ithaflar bulunur. Heliopolisin mısır dilindeki adı Innu ‘dur, Edfu metinlerinde bahsedilen ilahi şahinin konarak eski tanrıları yeniden canlandırdığı bir sütün bulunur.  Ezoterik düşüncede çok temel bir yere sahip olduğu Bennu kuşunun konduğu bir sütundur.

Kökeni Heliopolise ait olan Bennu kuşu , küllerinden yeniden doğan ünlü kuştur. Küllerinden yeniden doğmak Mısır’ın en temel düşünce sistemlerinde ölümsüzlüğün ve yeniden doğuşun simgesidir. Bennu’ nun küllerinden kendi oğlunu yaratması Osirisin parçalarından Horus’u dünyaya getirmesi temasıyla özdeştir. Bir çok yönüyle Quetzalcoatl mitiyle aynıdır. Daha çarpıcısı açıklaması ise bennu kuşunun astronomik anlamında yatar; küllerinden doğan efsanevi yaratığın göksel karşılığı Venüstür. Kutsal ateşte yandıktan sonra küllerinden yeniden doğup Heliopolise dönmesi bir çağın bitişi , yenisinin başlamasını simgeler.

Eski çağın biterek yenisinin başlamasıyla ilgili diğer bir nesne , Benben taşıdır. Söz konusu nesnenin hem mitolojik hemde astronomik net karşılıkları bulunur.

Benben Taşı  (hanedan dönemi)

Benben göklerden gelen ve bu dünyaya ait olmayan tanrısal bir taştır , yani meteor taşı. Aynı zamanda Bennu kuşunun yeryüzüne düşen parçalarıdır. Demir içeren bu taş bazı yazarlar tarafından yıldız tapınımıyla ilişkilendirilsede bu henüz varsayım düzeyindedir. taşın orjinali piramit çağının çok öncesinde kaybolmuştur.Heliopolis rahipleri orjinal taşın yerine bir benzerini yaparak Heliopolis sütununa yerleştirmişlerdir. Bu taş mısırda bir çok yapı ve piramitlerde kullanılmıştır. Tüm piramitlerin tepesinde bulunan bu yeniden doğuşu simgeleyen taşın ölümsüzlüğü simgelemesi raslantı değildir.

Meteroidlerin genellikle iki tür yapısının olduğu bilinir, Benben büyük olasılıkla demir içeren bir meteroid olup Mısır dilindeki karşılığı bja sözcüğü demir anlamında Benbene atıfta bulunmak için kullanılır. Aynı zamanda tanrıların kemikleri olarak betimlenir.

Bütün bu ayrıntılarda ortaya çıkan kritik noktalar ; bennu kuşunun ölüp küllerinden doğması , Osiris ve oğlu Horusla ilişkilendirilmesi , yeniden doğumu gerçekleşen kuşun gökyüzünde venüsle özdeşleştirilmesi , bennu kuşunun parçalarının benben ile özdeşleştirilmesi , Benbenin tanrıların kemikleri olarak nitelendirilmesi İsis – Osiris mitine ait tüm verileri doğrular.

Ezoterik düşünce sistemi içerisinde şöyle şifrelenmiştir ; İsis (Sirius) , Osiris (Venüs) karı koca tanrılardır ve yetkiyi Seth (Marduk) ile paylaşırlar. Seth hakkına razı olmaz ve Osirisi parçalara ayırarak öldürür.İsis parçaları bir araya getirerek Osiristen hamile kalır, oğlu Horus ‘u doğurur. (Sabah yıldızı olarak venüs) tanrılar yönetim gücünü Horus’a verir, Seth gücünü yitirmemekle birlikte sürgüne gönderilir.  Eski Mısırda Tanrıça Hathor merkezli kültten İsis-Osiris mitine geçilmesi meksikada Quetzalcoatl-Tezcatpolica karşılığı ile bire bir örtüşür. Tüm göksel olgular iki farklı halkın anlatımlarında isimler farklı olarak aynıdır.

yorum
  1. Saklı Site dedi ki:

    Harika ve emek verilmiş yazını keyifle okudum.

    Yazı içeriğinde geçen bir unsur ilgi alanım içinde olması sebebiyle bir şeyler yazmak istedim.

    BNBN, Bennu kuşu, Zümrütü Anka, Phonex, Eski Mısır’ın en önemli imgelerinden biridir. Bu kuş Çin’den Maya Medeniyetine kadar tüm eski uluslar tarafından iyi bilinir ve kutsal bir anlam taşır. Buna rağmen bu imge hakkında çok az araştırma vardır ve hep bir birinin tekrarıdır. BNBN kuşunun ardındaki gerçek nedir? Bu konu ile ilgili daha fazla bilgin varsa paylaşırsan sevinirim.

    Saygılarımla

    SAKLISİTE

  2. ayejj dedi ki:

    Yukardaki yorumcuya katılıyorum.Gerçekten emek verilmiş keyifli bir yazı teşekkür ediyorum.

    Eğer mitolojilerde anlatılanları ve onların yazar tarafından yapılan çözümlemelerini doğru kabul edersek ,okuduklarından şu sonucu çıkıyorum. Yanlışsam doğrusunu yazın..

    ”Bizler dünya gezegenine gelmeden önce çarpışma öncesi venüs gezegeninde yaşıyorduk..”

    yazı bu sonucu veriyorsa Zecharia Sitchin’in iddialarında bir revizyon gerekmiyor mu?

    Saygılar

  3. nesil dedi ki:

    her şeyi birbirine karıştırdım.kafa yemek istemiyorum düşünürken,kimbilir kimler geldi geçti.belki kendi tanrıları kendileriydiler.bizden ileri bir medeniyette yaşadıklarının yeterli belgesi olmasa da merak ettiğim insani duyguları nasıldı?aşk mı yoksa mecburiyet mi vardı?

  4. Balkar Selçuk dedi ki:

    Balkar Selçuk
    Kafkas Ada Medeniyeti Ve Eski Mısır Üzerine
    03/04/2012

    Çerkesler ve Kafkasya’nın Mısır’la olan bağlarını üç dönem içerisinde ele almak mümkündür.
    I. Ortacağ ve Yeniçağ Dönemi: Çerkes Memlük Devleti Dönemi (1250-1517) ve sonrasındaki Çerkes Beylikleri dönemini içerir. Sonrasında Nopolyon’un Mısırı İşgali ve Çerkes Beyleriyle yaptığı Pramitler Savaşı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemi ve Çerkes beylerini ortadan kaldırması ve en son 1960 Özgür Subaylar hareketiyle Mısır Çerkesleri’nin yok olması süreci tamamlanmıştır. Çerkes Memlük Devleti dönemiyle başlayan Mısır’daki Çerkes etkisi 1960 Baasçı Subayların Özgür Subaylar İhtilaline kadar bir şekilde devam etmiş olan yaklaşık 700 yıllık bir dönemdir.
    Bu dönemde İslam Halifeliği Çerkes Memlük Sultanlarına ait olmuş, Mekke ve Medine Çerkes Memlükleri’nce korunmuştur. Halifelik ve Kutsal Emanetler Osmanoğullarına Çerkes Memlük devletinden geçmiştir.
    II. İlkçağ Dönemi: Troia Savaşı (MÖ 1184 ya da MÖ 1400) öncesi ve sonrasındaki ilişkiler ve yüz yıl kadar devam eden savaşlar dönemi.
    III. Mitolojik Dönem: Nartlar ve Neterler Dönemi. Bu dönem Çerkes Nart mitolojisi ile Mısır’ın Neter mitolojisinin ortak kökenlerini ele verir ve aşağıda okuyacağınız yazı en çok da bu döneme odaklanmıştır.

    İlkçağ Dönemi
    Kafkas Ada Medeniyeti ve Eski Mısır Arasındaki Savaşlar
    Aytek Namitok ve Met Çünatıko Yusuf İzzet Kafkasya üzerine yazdıkları kitaplarda birçok önemli tespitte bulunmakla birlikte mitoloji açısından önemli bir noktaya değinirler. Her ikisine göre de Troia Savaşı (MÖ 1184) Kafkasyalı yerli kabileler ile göçebe ön Hint-Avrupalı kabileler arasında geçen bir savaştır. Namitok’a göre Troia Savaşı sonrasında Kafkas Ada Medeniyeti zayıflamış, Hititler yıkılmış, Huriler tarih sahnesinden çekilmiş ve Eski Mısır yani Firavunlar ülkesi de gerileme dönemine girmiştir. Bu savaş yani Troia Savaşı insanlık tarihinin geçirdiği en büyük savaşlar dizisinin bir parçasıdır.
    Kesinlikle ekonomik nedenlerle çıktığı belli olan Troia Savaşı Akdeniz ve Karadeniz ticaret tekelini elinde bulunduran Troia’ya karşı bölgeye yeni gelmiş güçlü ve savaşçı Akha kabilelerinin topyekun bir saldırısı olmalıdır. Namitok, Troia Savaşı’nda Troia’yı destekleyen kabilelerin tamamının Kafkas kabileleri olduğunu iddia eder (Bkz. Çerkeslerin Kökeni Aytek Namitok. Kaf-Dav Yayınları). Nitekim Troia’nın kralı olan Priam’ın eşi bir Frig prensesi olan Hekabe’dir. Frigler Balkanlar’da Traklar olarak anılırlar ve Namitok onları Balkan Çerkesleri olarak kabul eder. Öte yandan aynı Frig-Trak kabileleri merkezi Kırım’da bulunan ve Çerkesya’nın da büyük bir kısmını içine alan Kimmer-Bosfor İmparatorluğunun krallarıdırlar. Ve tarih onları Trako-Kimmerler olarak ele alır.
    Konuya meraklı olanlar Namitok’u okuyabilirler. Biz bugün Troia Savaşı’nda sessizce taraf olan ve cephede hiç savaşmamış olsalar bile Troia Savaşından sonra yaşadıkları bir dizi savaşla anılan Mısır’ı, yani Firavunlar ülkesini ve bu medeniyetin mitolojisini biraz daha ele almak istiyoruz. Troia Savaşı’na Anadolu’dan katılan ve Troia kralı Priam’ı destekleyen Kafkasyalı kabileler Akdeniz havzasının her tarafına dağılmış kolonilerde yaşamaktaydılar. Bu nedenle Akhalar Troia’yı kuşattıklarında Akdeniz ve Karadeniz Havzalarının tamamı ve Anadolu’daki devletler ve tabiî ki Mısır da savaşta kendilerine müttefikler seçmişlerdi.
    Hititler Savaşa katılmamışlardı. Onlar savaşı Troia kazanırsa Akha ülkesini ele geçirmek, ancak Troia yenilirse de kendi ülkelerini korumak için tetikte bekliyorlardı. Anadolu’da Frigyalılar, Likyalılar ve Lidyalılar soydaşları olan Troia Sarayını desteklemek için ordularını göndermişlerdi. Balkanlar’da yaşayan Traklar Troia’ya destek olsun diye Akhamas adlı komutanın emrine ordularını vermişlerdi. Ama asıl ilginci Likya ve Lidya ile soydaş olan Libya halkları da soydaşları olan Troia Sarayını korumak amacıyla büyük bir donanmayla yardıma gelmiş olmalarıydı. Komutanlarının adı ise Memnon’du (Akha komutanı Agamemnon ile karıştırmayalım). Libya ise ezelden beri Mısır’ın düşmanıydı. İşte bu nedenle Mısır’ın Firavunları hem Hititliler’e, hem de Libyalılara karşı donanmalarını Akdeniz’e çıkarmışlar ve Libya donanmasının Ege Denizine girip Troia kıyılarına ulaşmasını önlemeye çalışmışlardır.
    Troia Savaşı’nın sonunda hem Troia ülkesi yıkılmış ve Kafkasyalı müttefik orduları yenilgiye uğramış; hem de belli başlı bütün Akha komutanları ölmüştür. Böylece hem Anadolu’da, hem de Akha ülkesinde bir güç boşluğu oluşmuştur.
    Öte yandan savaşa fiilen katılmayan Mısır ülkesi ile Kafkas Ada Medeniyeti arasındaki Troia engeli ortadan kalkmış ve eski dünyanın bu iki medeniyeti arasında yüz yıl kadar sürecek olan bir savaş dönemi başlamıştır. Bu yıllarca süren akınlarda, Kafkas Ada Medeniyetinin donanmaları ve Kafkasyalı kabileler kitleler halinde Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya ve Doğu Akdeniz’e inmişlerdir.
    Troia Savaşının temel nedeni Akdeniz- Karadeniz ve Orta Asya Denizi (Hazar) arasındaki ticaret tekelini ele geçirme mücadelesi ve özelde o dönemin silah yapımında kullanılan ana madde olan bakır ticareti tekelini ele geçirmek olmuştur. Namitok antik çağlarda Kafkasya’da 300 kadar bakır madeni ocağı işletildiğini söylemektedir.

    Savaşlar ve Eski Medeniyetlerin Çöküşü
    Troia Savaşına katılan ve Troiayı kuşatan Akhalar’ın bir kısmının savaştan sonra Kafkasya’ya bugünkü Soçi bölgesine gelip yerleştiklerini biliyoruz. Namitok Akhalar’ın Ubıh halkı arasında eridiğini ya da Ubıhların ataları yahut soydaşları olduğunu iddia etmektedir. Bize göre Akhalar bir çok kabilenin ortak adı olmalıdır. Ne olursa olsun Troia Savaşı tek başına ele alınacak bir savaş değildir. Troia savaşı öylesine büyük bir savaştır ki sonrasında yaşanan yüzyıllık savaşlar bittiğinde eski çağların neredeyse bütün medeniyetleri yıkılmıştır. Troia Savaşı’na fiilen Mısır donanmaları katılmamış olsa da, savaşın sonunda, Troia’nın müttefiki olan ve tarihe “Deniz Kabileleri” olarak geçen kabileler birliği tarafından kuşatılmaktan kurtulamamıştır.
    Deniz Kabileleri’nin içerisinde Akhalar, Pelasglar ve Traklar’ın, Libyalı, Lidyalı ve Likyalı askerlerin yer aldıklarını biliyoruz. Akhaların Ubıhlar, Pelasgların Abhazlar ve Trakların Çerkesler ile arasındaki bağlarını biz http://www.kafkasevi.com adresindeki makalelerimizde tartıştığımız için bu konuyu burada açmıyoruz. Ancak Kafkasya’nın Çerkes dilindeki adının “Denizler Ülkesi: Hekku” olması gerçeğinden hareketle biz eski dünyanın Kafkasyalılara “Deniz Kabileleri” demesini yadırgamıyoruz.
    Ne varki eski çağ tarihçileri Pelasglar’ın, Akhalar’ın ve Traklar’ın Kafkasya ile arasındaki kopmaz bağlarını bilmelerine rağmen, Deniz Kabileleri ve eski Mısır arasındaki bu yüz yıllık savaşlar döneminde Kafkasya’yı akıllarına getirmemelerini anlamak da mümkün görünmemektedir. Hatta bu Deniz Kabileleri’nin anavatanının Herkül Sütunları’nın ötesi olduğu söylenmekte ve Mıısır’ı kuşatan bu kabilelerin Herkül Sütunlarını aşarak yani Cebeli Tarık’ı geçerek Akdeniz’e girdikleri ve Mısır’ı kuşattıkları bile söylenmektedir. Oysaki Herkül Sütunları Cebeli Tarık’ta değil Kafkasya’dadır. Bu nedenle Herkül Sütunlarını aşıp gelen kabilelerin anavatanı da Kafkasya olmalıdır. (Herkül, Yunan mitolojisinde Zeus’un karısı Hera tarafından kendisine verilen 12 görevi yerine getirmiş bir karakterdir. Bu görevler Çerkes Nart mitolojisinde de bir Nart kahramanına verilmiştir.)
    Deniz Kabileleri’nin hepsinin en meşhur tanrısının Poseidon yani Denizler Tanrısı olduğu bilinmektedir. Çerkes Nart mitolojisinin Poseidon’u ise Nart Wezırmes’tir ve biz bir önceki yazımızda Nart Wezırmes’in Mısır tanrılarından (Neterlerinden) Osiris ile aynı karakter olduğunu iddia etmiştik. O zaman Deniz Tanrısı özelinde şu üçlü tablo karşımıza çıkmaktadır:

    Deniz Tanrısı’nın Çerkes Nart Mitolojisindeki Adı

    Deniz Tanrısı’nın Mısır Neter Mitolojisindeki Adı

    Deniz Tanrısı’nın Yunan Mitolojisindeki Adı

    Nart Wezırmes

    Neter Osiris

    Tanrı Poseidon

    Bize göre Yunan mitolojisinin kökenleri Eski Mısır ve Kafkasya’dır. Yunan mitolojisinin eski Mısırlı kökenlerini merak edenler Bernal Martin’in “Kara Athena” adlı kitabına bakabilirler. Yunan mitolojisinin kaynağı olan eski Yunanistan ilkin bir Pelasg ülkesi idi. Hatta tüm Eski Yunanistan’a Pelasgoi yani Pelasg Ülkesi adı verilmişti. Pelasglar ise Kafkasyalı bir kabiledir. Pelasglar Akhalar’ın işgaline uğramışlar ve bazı bölgelerde bağımsız kalsalar da kendi ülkelerinin büyük bir kısmında toprağa bağlı köleler haline gelmişlerdir. Akhalar ise Troia Savaşı ve sonrasında zayıflamış ve zamanla Dorlar’ın işgaline uğramışlar ve yaşadıkları bu bölgeler de köleleştirilmişlerdir. Yunan mitolojisi ise Dor dönemi sonrasında Dorlar’ın da tarih sahnesinde silinmeye başladığı ve eski Pelasg-Akha medeniyetinin ve mitolojilerinin kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde muhtemelen MÖ 700’lü yıllarda Homer tarafından kaleme alınmıştır. Vico, Homer’in ülkesinin neresi olduğunu bilmemekle birlikte onun kesinlikle bir Yunanlı olmadığını ve eserlerini Yunanca derlemediğini belirtmektedir. Thomson, İlyada ve Odisse’deki tüm karakterlerin aslında Pelasgca konuştuğunu iddia etmektedir.
    Dorların soyundan Spartalılar ve hiç işgal edilemeyen ve en eski Pelasg ülkesi olan Attika bölgesinde ise Atinalılar devlet haline gelmişlerdir. Nitekim Sparta ile Atinalılar arasında yaşanan savaşlarda (Pelopones) Balkan Çerkesleri olan Traklar Atinayı desteklemişlerdir. Üstelik Yunan mitolojisindeki temel tanrıların bir çoğu Pelasg tanrısı olduğu gibi (Zeus ve Hera) bir çoğu da Trak kökenlidir (Ares-Orfeus-Hephaistos, Dyonisos vd.).
    George Thomson, “Tarih Öncesi Ege” adlı kitabında, “Demokrat Atinalılar Pelasg kökenli olmakla övünüyorlardı” demektedir. Heredot Atinalılar’ın Helenleşmiş Pelasglar olduklarını yazmaktaydı. (George Thomson, Tarih Öncesi Ege, s. 166, Homer Kitabevi.)
    Thomson aynı kitabında Pelasglar’ın anavatanının Kafkasya olduğunu şu satırlarıyla belirtmektedir: “Pelasglar’ın izini Hellespontos’dan (Çanakkale Boğazı) ve Propontis’den (Marmara Denizi) geçerek Anadolu’nun kuzey kıyılarına dek sürebildiğimize göre, onların anayurdunun Karadeniz’in öte yanında bir yerlerde bulunduğunu düşündürtecek güçlü bir kanıtımız olduğunu söyleyebiliriz.” Thomson Pelasgların anavatanının Kafkasya olduğunu açıkça ifade etmektedir. Nitekim Beygua Ömer çalışmalarında sık sık Pelasg adının Pel-asg olarak okunması gerektiğini ve bu adın öncü Asg’lar ya da Asge’ler olarak okunması gerektiğini belirtmektedir. Asge ise bu günkü Çerkes dilindeki anlamıyla açıkça bir halkın adıdır: Abhazlar. Çerkes ve Ubıh dilinde “Asge” Abhaz anlamına gelmektedir.
    Deniz Kabileleri’nin Mısır’ı kuşatma savaşına katılan Akha’ların bir kolu ise Troia Savaşından çok önce Kafkasya’ya yerleşmişlerdir. Strabon Akhalar’ın Kafkasya’daki kolonuna işaret etmekte ve bugün Çerkeslerin ataları arasında adları anılan Heniokh ve Zigh kabileleriyle ilgili şunları yazmaktadır: “….bazıları batıya dönecekleri yerde doğuya yönelmişler ve Kafkasya’ya yerleşmişler. İşte Heniokh’lar ve Zigh’ler, yani tüm eski çağlar boyunca varlıklarını koruyan ve Akha kökenli olduklarını hiç unutmayan gerçek Kafkasya halkları bunların soyundan inmiş(tir).” (George Thomson , Tarih Öncesi Ege’den s. Strabon’a atıf.)
    Hem Akhalar hem de Pelasglar Kafkasya’da, Karadeniz’de ve Akdeniz havzasında bir çok yerde karşımıza çıkmaktadır. Bize göre bu halklar merkezi Kafkasya’da bulunan ve Akdeniz havzasında birçok yerde kolonileri bulunan Deniz Kabileleridirler.
    Troia Savaşı’ndan sonra Mısır’ı kuşatan kabilelerden bir diğeri de Namitok’un ve Çünatıko’nun Balkan Çerkesleri adını verdiği Traklar ya da Therakeslerdir.
    İşte bu üç kabile Akhalar, Pelasglar, Traklar ve müttefikleri olan diğer Kafkas kökenli kabileler (Libyalılar, Lidyalılar ve Likyalılar) ve İlliryalılar Troia Savaşı’ndan sonra II. Ramses, Merneptah ve III. Ramses dönemlerinde Mısır’ı ele geçirmek amacıyla Kardeniz’den inmiş Akdeniz’deki kolonilerinden destek almış ve merkezi Kıbrıs’ta bulunan bir Armada ile Mısır’ı kuşatmışlardır. Tarih kitapları merkez karargahı Kıbrıs’ta bulunan bu Kafkasyalı Deniz Kabileleri Armadası’nın baş komutanının adını Teucer olarak vermektedirler.
    Bu Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin oluşturduğu Armada ve ordu o kadar büyüktür ki, Karadeniz ve Ege’den Anadolu’ya girdiklerinde o dönem Anadolu’da hakim olan Hititler bu güce karşı koyamamış ve bugünkü Çukurova’ya kadar çekilmişlerdir. Hititlerin Kafkasyalı bu kabilelere karşı savunma savaşını Çukurova’da Torosların eteklerinde verebildiği, ancak yenilgiden kurtulmadığı bilinmektedir. Üstelik işgal ve saldırı o kadar ani olmuştur ki, tarihçiler yazıya ve arşive bu kadar çok önem veren Hititlerin başlarına gelen bu saldırıyı kayda geçirecek kadar bile zamana sahip olamadan yıkıldıklarını belirtmektedirler.
    Bu akınlarla Hititler tarih sahnesinden silinmiş ve topraklarının büyük bir kısmında bir Trak kabilesi olan Frigler-Brigler yerleşmişlerdir. Yine daha doğuda ise Huri-Mittani kültürü çökmüş ve bu bölgede yine bir Kafkasyalı kabile olan Urartular tarih sahnesine çıkana kadar bu bölgedeki ana medeniyet olan Huri-Mittani medeniyeti çökmüştür.
    Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin oluşturduğu Armada, Akdeniz ve Ege’deki bir çok yeri işgal etmiş Girit ve Rodos’tan sonra karargahlarını Kıbrıs’ta kurmuş ve Mısır’ı ele geçirmek için beklemeye başlamışlardır. Lübnan tamamen bu kabilelerin eline geçmiştir. Bu yıkımlardan kurtulan tek bölge eski bir Pelasg şehri olan Biblos olmuştur.
    II. Ramses, Merneptah ve III. Ramses Dönemleri
    1288’de Kadeş Savaşı’nda Hitit devletine destek olan ve Mısır Firavun’u II. Ramses’e karşı savaşan hemen tüm kabileler Kafkasyalıydılar ve bu kez aynı kabileler Hititler’i de yıkarak Mısır’a doğru inmekteydiler (Hattilerin Hitit devletinin son dönemlerine kadar özerk oldukları ve yaşlılar meclisince yönetildikleri bilinmektedir).
    Bu kez Kafkasyalı Deniz Kabileleri Mısır’ı tamamen ele geçirip oraya yerleşmek amacıyla yola çıkmışlardı. Ne var ki savaşlar umdukları gibi gitmedi ve Deniz Kabileleri önce Firavun Merneptah sonra da III. Ramses’e yenildiler. Üstelik tüm bu savaşların en acı tarafı, Deniz Kabilelerinin anavatanı olan Kafkasya, savaşın en hızlı döneminde bir dizi deprem ve yanardağ patlamasıyla yıkıldı. Kıyılarının bir kısmı Kardeniz’in altında kalan Kafkasya artık Deniz Kabilelerinin geride bıraktığı yer değildi.
    Homer Odisse adlı kitabında Kafkasya’nın bir yanardağ patlamasıyla nasıl yıkılacağını uzun uzun anlatmaktadır. Homer’in Odisse’sine göre Kafkasya’yı depremlerle ve bir dağı bu ülkenin tam ortasında ortaya çıkararak yıkan Denizler Tanrısı Poseidon’dur:
    İsterim şimdi Phaiakların şu güzel gemisini
    paramparça etmek kılavuzluktan dönerken sisli denizde,
    anlasınlar ne demekmiş kılavuzluk etmek ona buna
    isterim sarsılsın ülkeleri koca bir dağla.
    (Odisse 10: 234 –Azra Erhat Cevirisi, Can Yayınları)
    Burada şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz, Homer’in Odisse’si Troia Savaşı’ndan sonra sağ kurtulan Ulisse adlı Pelasg kökenli bir Akha komutanının savaştan sonra atalarının anavatanı olan Kafkasya’ya gelişini ve Kafkasya seyahatini anlatan bir teksttir. Ne var ki Yunan mitolojisi üzerine yazanlar ve Türkçe tercümesini yapan Azra Erhat bile Homer’in Odisse’sinde adı geçen Ulisse adlı kralın bu seyahatini Akdeniz havzasında yaptığını iddia etmektedirler. Biz buna katılmıyoruz. Bize göre bu tekst yani Odisse bir Kafkas Seyahatnamesidir (Bkz. Met Çünatıko Yusuf İzzet, Kafkas tarihi II).
    III. Ramses döneminde (MÖ 1194 ve sonrasında) Mısır’a son büyük saldırılarını gerçekleştiren Deniz Kabileleri bu savaşta yenik düşerler. Ve artık geriye dönecek bir ülkeleri de kalmayan bu kabileler Firavun tarafından Mısır’ın sınır boylarına ve uzak ülkelerine yerleştirilirler. Büyük bir kısmı Mısır ordusuna alınır ve komutanlarının tamamının elleri kesilir. Ne var ki bu büyük saldırılar ve kuşatma çabaları uzun vadede Kafkasyalı Deniz Kabilelerinin işine yarar. O dönemde Mısır’da bulunan Sais kentinde yaşamaya başlayan ve çoğu Libyalı mavi gözlü sarışın Kafkasyalılar’dan oluşan insanlar Firavunluk makamına kadar çıkarlar ve Mısır’da 600 yıldan fazla süren Libyalı Firavunlar dönemi başlar (Antik Libya ve Kafkasya arasındaki ilişkiler üzerine bkz. Aytek Namitok, Çerkeslerin Kökeni II. Kaf-Dav Yayınları).

    Nartlar – Neterler ve Mitolojik Dönem Üzerine
    Çerkes Nart mitolojisindeki bir tema var ki her okuduğumda aklıma Sicilyalı Diodoros’un kitaplarında anlattığı Amazonlar gelir (A. Thomson, s. 171). Sicilyalı Diodoros, Roma döneminde MÖ I. yüzyılda yaşamış bir tarihçidir ve 30 cilt olarak yazdığı “Dünya Tarihi” adlı kitabını Libya’da yazmıştır. O dönem Romalılaşmış bir vali ve aslında eski bir Kartaca soylusu olan Kral Juba’nın kütüphanesinde yıllarca çalışan Sicilyalı Diodoros yazdığı Dünya Tarihi adlı kitapta eski Kartaca parşömenleri ve ondan daha eski kaynakları kullanmış ve ilginç bir veriye ulaşmıştır. Çok erken dönemlerde MÖ 3000’li yıllarda eski Mısır’ı (Horus adlı bir Firavun ya da) Tanrı Horus’un kendisi yönetirken bir gün Gorgon adlı bir kabile ortaya çıkmış ve Libya’dan başlayarak tüm Mısır’ı istila etmişler. İşte o zaman Kafkasya’dan çıkan ve Kraliçe Merine adlı bir Amazon tarafından yönetilen 30 bin kişilik büyük bir Amazon ordusu Girit üzerinden Libya’ya geçmiş, Gorgonları yenilgiye uğratmış ve Mısır’ı istiladan kurtarmışlar. Kraliçe Merine sonra emrindeki Amazonlar ile birlikte Libya’ya yerleşmiş ve Horus ile dostlukları da devam etmiş. George Thomson burada adı geçen Horus’un Neter Horus olduğu ve Neter İsis’in oğlu olduğunu söyler (ve Mısır Firavunları Horus’un soyundan geldiklerine inanır kabul ederlerdi. Tüm Firavunlara bu nedenle Horus denilirdi).
    Burada adı geçen Gorgonlar Çerkes Nart mitolojisinde bir halk olarak değil ama eski bir Nart olarak geçer ve Çerkes Nart mitolojisindeki tam adı Gorgonıjj’dır. İlginç olan ise Neter Horus’un ülkesi bu Gorgonlar tarafından istila edilirken Kafkasya’dan gelen kraliçe Merine’nin bir Amazon ordusuyla bu istilayı durdurması ve Neter ülkesini kurtarmasıdır. Aynı tema yani istilaya uğrayan Nart ülkesinin kadın savaşçılarca kurtarılması teması Çerkes Nart mitolojisinin de ana temalarından birisidir. Mesela Nart Badinoko’yu eğiten tam da bir Amazon gibi savaşkan bir kadındır. Ki bu kadın Nart ülkesi saldırıya uğradığında aniden ortaya çıkan ve düşmanı yenilgiye uğratan kadının ta kendisidir (Amazon Kraliçesi Merine ile ilgili olarak bkz. George Thomson, Tarih Öncesi Ege, s. 171).
    İster Neterler’in ülkesi Mısır (eskiden Libya ile Mısır tek bir devletti), ister Nartların ülkesi Kafkasya ne zaman bir istilaya uğrasa bu iki ülkeyi istiladan kurtaranların kadın savaşçılar olması ilginç doğrusu.

    Nater Osiris- Nart Wezırmes ve Tanrı Poseidon Hakkında Kısa Değini
    Neter Osiris’in tam adı Osir’dir ve kendisi Mısır ülkesine bir gemiyle gelmiş ve buraya yerleşerek Mısır medeniyetini kurmuştur. İnanış budur. Osiris’in ölmeden önce çıktığı son gemi yolculuğu ile Çerkes Nart mitolojisindeki Nart Wezırmes’in ölmeden önce çıktığı son gemi yolculuğu neredeyse aynıdır. Zaten hem Osiris, hem de Wezırmes’in oğulları yani Neter Horus ile Nart Sosrıko da aynı karakterlerdir (Neter Horus “Benben” adlı taşla anılır, Nart Sosrıko ise Wafe Mıwaşıhwe adlı taşla birlikte anılır. Her iki taşında bugünkü bilimsel adı Lapis Lazuli yani Lacivert Taşıdır. Hem Horus hem de Sosrıko Ölüler Ülkesine seyahat ederler. Her ikisi de taht için kendi akrabalarıyla savaşırlar. Horus’un silahlarını demirci ve bilge Thot, Sosrıko’nun silahlarını ise demirci ve bilge Tlepş yapar. Dahası hem Thot hemde Tlepş gezgin bilge tanrılardır.). Ve eşleri olan Neter İsis ile Nart Seteney de aynı özellikleri taşırlar (İkisi de bereket tanrıçasıdır. İkisi de buğdayla ve inekle sembolize edilirler. İkisi de bilge ve bilicidir. Her ikisi de kendi kız kardeşlerinin oğulları ve kocalarına karşı mücadele etmişlerdir vb.).

    Çerkes Nart Mitolojisindeki Karakterler ve Özellikleri

    Mısır Neter Mitolojisindeki Karakterler ve Özellikleri

    Wezırmes: Adı: “Göksel Yanış” ya da “Enerjinin Yanışı” anlamında. Gezgin, deniz seferleriyle ünlü, Nart tahtının varisi ama tahtı kardeşine kaptırıyor.

    Osiris: Tam adı Osir. Gezgin, Mısır’a denizlerden geliyor. Neter tahtının sahibi, ancak tahtını kardeşi Set’e kaptırıyor.

    Seteney: Wezırmes’in karısı. Bereket kültüyle alakalı. Sembolü İnek ve başak. Bilge. İlk kuşak Nartların annesi olan Nart Werserıjjla hemen tüm özellikleri ortak.

    İsis: Osiris’in karısı. Bereket kültüyle alakalı. Sembolü inek ve başak. İlk kuşak Neterlerin annesi Hathor’un tüm özelliklerini taşıyor.

    Sosrıko: Tahtın varisi. Uzun süren savaşlarda düşmanlarını yeniyor. An-Ak adlı kuş ve Laciver Taşı (Wafe Mıvaşhwe) ile ilgili. Ölüler ülkesine sık sık iner.

    Horus: Tahtın varisi. Uzun süren savaşlarda düşmanlarını yeniyor. Bennu kuşu ve Benben (Laciver Taşı) adlı taşla ilgili. Sembolü şahin. Ölüler Ülkesine sık sık iner.

    Tlepş: Bilge – Demirci- Madenlerin ve diğer ilimlerin sahibi, Gezgin (Dünya Turuna çıkıyor). Sosrıko’nun silahlarını yapıyor.

    Thot: Bilge – Demirci-Madenler ve diğer ilimlerin sahibi, Gezgin (Dünya Turuna Çıkıyor). Horus’un silahlarını yapıyor.

    Bırımbıhhu: Seteney’in kızkardeşi. Kocası (Albeç) ve oğlu T’ot’ereş taht kavgalarında öldürülüyor.

    Neftis: İsis’in kızkardeşi. Kocası Set taht kavgasında Horus tarafından öldürülüyor.

    An-Ak: Küllerinden yeniden doğan kuş

    Bennu Kuşu: Küllerinden yeniden doğan kuş

    Cames Churcward çalışmalarında Osiris’in Mısır’a gelmesi ile Thoth’un Mısır’a gelmesi arasında en az 10 bin yıl olduğunu söylemektedir. Ona göre her iki karakter de “MU” adlı bir medeniyetin prensleri olarak dünyaya medeniyeti getiren Mısır’ı kuran insanlara medeniyeti öğreten kişilerdir (bkz. Cames Churchward, Kayıp Kıta Mu ve serisi..).
    Neter Thoth’la Nart Tlepş arasında örtüşmeyen bir nokta olmadığı için özelliklerini karşılaştırmaya gerek duymuyoruz. Ancak her ikisinin de hayatlarında bir dünya seyahatleri gerçekleştirdiklerini ve insanlığa birçok şeyi öğrettiklerini ve bu bilgileri yüzlerce tablet üzerine kayıt ettirip bu tabletleri her türlü yıkımdan korumak amacıyla gizlediklerini biliyoruz. Çerkes Nart mitolojisi Nart Tlepş’in bu dünya seyahatini uzun uzun anlatır ancak aynı Çerkes Nart mitolojisi Tlepş’in bu dünya seyahatine niye çıktığını da anlatır. Hikayeye göre Nart Tlepş’in bu seyahatinden sonra Nartlar yeryüzünden ayrılırlar ya da tamamen yok olurlar. İşte Nart Tlepş bu yok olma ya da ayrılma öncesinde sahip olduğu tüm bilgileri insanlığa aktaran bir karakterdir. Aynı özellikler Mısır mitolojisindeki Thoth içinde geçerlidir. Thoth gizli ilimlerin kitaplarını yazan ve saklayan kişidir. Mısır’a medeniyeti getiren, insanları yamyamlıktan kurtaran, yazıyı ve ilimleri öğreten karakterdir.
    Ancak Çerkes Nart mitolojisindeki Nart Tlepş ile Mısır mitolojisindeki Neter Thoth bir özellikleriyle ayrılırlar. Bu özellik ise Nart Tlepş’in Çerkes Nart mitolojisine göre dışarıdan gelen bir medeniyet taşıyıcısı olmamasıdır. Buna karşın Neter Thoth eski Mısır’a dışarıdan gelen bir medeniyet taşıyıcısıdır.
    Aslında Nart Tlepş’in bu özelliği Çerkes Nart mitolojisini dünya mitolojileri içerisinde farklı bir yere koyar, çünkü: diğer tüm dünya mitolojilerinde de yer alan bu demirci, medeniyet taşıyıcısı, ilimlerin sahibi olan bilge tanrısal karakter bir gün ansızın denizlerin ötesindeki bir dünyadan gelip, geldiği yerdeki insanlara medeniyeti öğretmiştir. İnkalar, Aztekler, Mayalar, eski Mısırlılar hepsinin mitolojisi bu ortak medeniyet getiren tanrılar üzerine kurulmuşken, Çerkes Nart mitolojisinde dışarıdan gelen ve medeniyet getiren Nart karakterleri yer almaz, aksine Nart ülkesinden ayrılan ve bir dünya turu ile insanlığa bildiklerini öğreten karakterlere rastlanır. Bu ayrım önemlidir.
    ***
    Babil kralı Nebukadnezar hayatını tanrılar tarafından yazdırılan kil tabletleri bulmaya ve okumaya adamış bir kraldır ve o her zaman bu tanrısal arşivleri okuyabildiğini söyleyerek övünmektedir. Arkeoloji belki de dünyanın en eski bilim dalıdır. Eski kralların birçoğu hayatlarını bu tanrısal arşivleri bulmaya adamışlardır.
    Fenikeliler Tufan’dan önceki ilimlerin üzerine kayıtlı olduğu söylenen Herkül Sütunlarını bulmak için birçok kez donanmalarını görevlendirmişlerdir.
    Eski Mısırlılar atalarının ve tanrılarının (Neterlerin) ülkesini bulabilmek için dünyanın doğusuna ve batısına gemiler göndermişlerdir.
    Ancak tüm bu çalışmalar bir sonuç vermemiştir. Ve sonunda Eski Mısırlılar atalarından ve Neterlerden kalan her şeyi en ince ayrıntısına kadar Piramitlerine kazımışlar, eski ilimleri insanlığa öğretmişlerdir. Bugün Çerkes Nart mitolojisinin eski Mısır’ın Neter mitolojisiyle hemen hemen aynı temaları anlatması, aynı antropomorfik karakterleri barındırması üzerinde durulması ve araştırılması gereken bir konudur. Üstelik bugün ne Babilliler, ne Fenikeliler, ne de Mısırlılar yeryüzünde kalmıştır. Ancak soykırıma uğramış olsa da, dünyanın birçok ülkesine sürülmüş olsa da Kafkas Ada Medeniyeti’nin çocukları olan Çerkesler hala yaşamaktadır.

  5. sahin dedi ki:

    tanrılar savasırken gercekden güzel bir yazıydı tesekkürler.

  6. Nafiz Aydemir dedi ki:

    Tesekkürler Tanrılar savaşırken, harikülade bir yorumdu Balkar Selçuk çok farklı ve ilginç, derin etkileyici bir yorum. Çok detaylı olmasına karşın hiç bir yerde malesef bu gerçekleri göremiyoruz.
    Saygılar sevgiler başarılar, çok çok teşekkürler.

Yorum bırakın